Dost Kahvesi
  Kadın Hakları
 
              

TÜRK CEZA KANUNU KADINLARA NELER GETİRİYOR

“Öğrenmek, hak aramanın birinci adımıdır.”Sevgili Kadınlar,Bildiğiniz gibi ceza yasaları, bir toplumun huzur içinde ve bir diğerinin haklarına saygı duyarak yaşaması için kurallar getirirler. Yasaların içinde, suç sayılan davranışların tanımı ve suç sayılan eylemi gerçekleştiren kişilere verilmesi gereken cezalar yer alır. Yasaları bilmek, esas olarak haklarımızı bilmek demektir. Çünkü tüm yasalar, devletle toplum ya da bireyler arasında yapılmış sözleşmelerdir. Devlet, yasa eli ile hem kendisini, hem de yurttaşlarını korur. Bizler de TC yurttaşları olarak bu korumadan eşit olarak yararlanma hakkına sahibiz. Kadınlar olarak bizi koruyan yasalara Cumhuriyet Devrimimizle sahip olduk. Cumhuriyet’in temelinde harcı bulunan kadınlar, 1926 tarihinde, yani cumhuriyetimizin ilanından üç yıl sonra, Medeni Yasa’ya, TCK’ya ve yurttaşlık haklarımızı koruyan diğer yasalara sahip oldular. 1926’lı yıllarda kabul edilen yasalar, bizi ümmet olmaktan ulus olmaya, kul olmaktan yurttaş olmaya taşıyordu. Bu değerli kazanım, doğal olarak, yılların ilerlemesi ile daha ileri ve daha çağdaş olana doğru evrilecekti. Bu gerçeği görebilmek için anneannelerimiz, annelerimiz, biz ve kızlarımız arasındaki anlayış ve kavrayış farklarını anımsamak yeterlidir. Tüm insan hakları gibi, kadın hakları da bilimin aydınlığı arttıkça yeni bir ışığa doğru adım atıyor. Tüm insanlığa olduğu gibi, toplumumuza ve bizlere adalet ve eşitlik fikri yol gösteriyor.

İşte bu nedenledir ki, ilerleyen süreç, var olan yasalarımızda kadını, erkeğin gerisinde ve onun hizmetinde gören anlayışların yanlış olduğunu, kadınların da erkekler gibi tüm yurttaşlık haklarından eşit yararlanmaları gerektiğini bize kavrattı. 4320 Sayılı Ailenin Korunması Yasası, Medeni Yasa, İş Yasası, Anayasa ve ardından Yeni Türk Ceza Yasası, bu anlayışların ve kadınların kendi hakları için verdikleri etkin mücadelenin bir ürünü oldu.

Yeni TCK’da Tüm Kadınların Emeği Var

2004 yılında ise yepyeni bir TCK’ya sahip olduk. Kadın kuruluşları, baroların, sendikaların kadın hakları kurulları, hatta tek tek kadınlar, bu yasanın, toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde yapılabilmesi için yoğun emek harcadılar. Bir devlet kuruluşu olan Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, siyasi partilerin kadın milletvekilleri ve kadın emeğine saygı duyan diğer Adalet Komisyonu üyeleri, bilim adamları elbirliği ile bu yasada, kadının insan haklarının bir üstün değer olarak tanınıp korunması için çalıştılar.

Pek çok kadın arkadaşımız da yasalardaki koruyucuların yeterli olmamasının acılarını bizzat yaşayarak, yaşadıklarını bizlerle paylaşarak, sorunun görünür ve bilinir kılınmasını sağladılar. Onlar, evlerinde, iş yerlerinde, alanlarda, meclis salonlarında, basın yayın organlarında insan haklarına dayalı bir ceza yasası için seslerini yükselttiler. Böylece kimimiz acılarımızla, kimimiz okuyup yazdıklarımız ve yaşadıklarımızla sorunun çözümüne katkı sunmaya çabaladık.

TCK’daki Kazanımlar,

Örgütlü Önderlik ve

Örgütler Arası Birlik Deneyiminin

Başarısıdır

Son üç yılda, güçlerini TCK Kadın Platformu adı altında birleştiren Kadınlar, “Kadın Bakış Açısından TCK Reformu” kampanyası ile birlikte ve kararlılıkla bu çalışmanın ürününü elde ettiler.

Yeni Türk Ceza Yasası, kadınları ilgilendiren hükümler yönünden önemli ölçüde kazanımların bulunduğu bir yasa metnine dönüştü. Elbette eksik ve yetersiz olan hükümler de var. Ancak, kadınlar, deneyerek biliyorlar ki çok, azdan olur. Üstelik bu sefer çok olanı elde ettik. Geride azı kaldı. Yürümeye devam edeceğiz.

Ankara TCK Kadın Platformu

1. SORU: YENİ TCK’NIN, ‘KADIN’A TEMEL YAKLAŞIMI NEDİR?

YANIT: Yürürlükten kalkmış olan TCK; kadının vücut bütünlüğüne yönelik tecavüz ve taciz gibi cinsel şiddet içeren suçları, birey - insan olarak kadına yöneltilmiş eylemler olarak değerlendirmiyordu. Cinsel şiddet içeren suçların, öncelikle, toplumun, genel ahlak ve adabını rencide ettiğini kabul ediyordu. Bu nedenle de bu tür suçları, ‘Topluma Karşı Suçlar’ başlığı altında ele alıyordu. Yeni TCK, bu yaklaşımı reddederek, cinsel suçlarda korunması gereken değerin, toplumsal ahlak, gelenek ve göreneklerden önce, öncelikle bir insan olarak kadının kendisi ve onun vücut bütünlüğü olduğunu kabul etmiştir. Bu nedenle anılan suçlar, Yeni TCK’de ‘Kişilere Karşı Suçlar’ ana başlığı altına alınmış bulunuyor. Bu suç grubu, yasada, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” alt başlığı ile yer alıyor. (TCK:102-105)

2. SORU: “CİNSEL DOKUNULMAZLIK TCK’DE NASIL KORUNMAKTADIR?

YANIT: Yeni TCK, “Cinsel Dokunulmazlığı”, kişilerin vücudu üzerinde, rızaları dışında cinsel davranışlarda bulunularak beden bütünlüklerinin ihlali olarak tanımlamaktadır. “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar”, TCK’nın, 102,103,104 ve 105. maddelerinde yer almıştır.

Yeni TCK’nın, ‘bireyin vücut bütünlüğünü koruma’ amacını birinci sıraya almış olması nedeni ile eski yasamızda “ırza tecavüz ve ırza tasaddi” olarak anılan eylemler, yukarıdaki maddelerde ‘cinsel saldırı’ olarak ifade edilmekte ve cinsel davranışlarla, bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi cezalandırılmaktadır.

Cinsel saldırı suçlarının oluşabilmesi için aranan önemli koşul, bu suçu oluşturan eylemlerin, mağdurların isteği dışında ve zorla ya da aldatma ile gerçekleştirilmiş olmasıdır. (TCK:102-103)

Yasamız, cinsel saldırıyı; “Cinsel arzuları tatmin amacına yönelik fakat cinsel ilişkiye varmayan davranışlarla, bir kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal etme” olarak tanımlamaktadır. Bu eylemin, şehevi arzularla yapılmış olması yeterlidir. Bu suçun oluşması için şehevi arzuların fiilen tatmini aranmaz. Bu tür eylemleri yapanlar, mağdurların şikayeti üzerine hapis cezası alırlar. (TCK:102/1)

3. SORU: NİTELİKLİ CİNSEL SALDIRI NE DEMEKTİR?

YANIT: Yukarıda tanımladığımız cinsel saldırı fiili; “Mağdurun vücuduna organ ya da başka bir cismin sokulması yolu ile işlenirse” suçun nitelikli halinin oluştuğu kabul edilir. Burada dikkat çekici olan nokta, nitelikli cinsel saldırı suçunun kabulü için yalnızca cinsel ilişkinin gerçekleşmesinin aranmamasıdır. Vücuda, vajinal, anal ya da oral yoldan herhangi bir cismin ithali de bu suçu oluştur. Ayrıca bu suçun oluşması için, beden bütünlüğüne yapılan saldırının, cinsel arzuların tatmini amacı taşıması şart olarak kabul edilmez. Bu suçlarda, eylemci, hapis cezasına mahkum olabilir. (TCK:102/2)

4. SORU: CİNSEL SALDIRI SUÇLARININ EYLEMCİLERİ, HANGİ HALLERDE DAHA AĞIR CEZALAR ALIRLAR?

YANIT: Cinsel saldırı fiilleri; Beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı, Kamu görevi ya da hizmet ilişkisinin sağladığı gücü kötüye kullanarak, 3. derece dahil kan ve kayın hısımlığı ilişkisi olan kişiye karşı, Silahla veya birden çok kişi tarafından birlikte işlenirse, eylemciye verilecek ceza yarı oranında artırılır.

5. SORU: CİNSEL SALDIRI SONUCU YARALANMA, PSİKOLOJİK YA DA FİZİKSEL BAŞKACA ZARARLAR DA VARSA BU CEZA MİKTARINI ETKİLER Mİ?

YANIT: Cinsel saldırı sırasında, direncin kırılmasına neden olacak cebir kullanılmışsa, bu şiddet eylemi nedeni ile ayrıca ceza verilir. İşlenen suç nedeni ile mağdurun beden ya da ruh sağlığının bozulması halinde, eylemciye 10 yıldan az olmamak üzere ceza verilir.

Cinsel saldırı nedeni ile mağdurun ölümü ya da bitkisel yaşama girmesi durumunda, eylemci, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olur.

6. SORU: EVLİLİK İÇİ CİNSEL SALDIRI NE DEMEKTİR?

YANIT: TCK, Cinsel saldırı eyleminin, evlilik birliği içinde gerçekleşmesi halini şikayete bağlı bir suç olarak kabul etmiştir. Hukuk sistemimize yeni girmiş olan bu suç türü, yasamızın, bireyi, her koşulda şiddete karşı koruma kararlılığının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Yasaya hakim olan ‘Önce insan’ düşüncesi, evlilik kurumunu koruduğumuz zannıyla, kimse ile paylaşmadığımız, “özel alanımız” diyerek içimize attığımız, aile içinde yaşanan pek çok olumsuzluğun, özünde aileyi içinden kemiren ve çürüten unsurlar olduğunu görmemize yardımcı oluyor. Cinsel şiddet, çoğu zaman evin içinden birinden, hatta eşimizden gelebilir. Evlilik birliği, eşlerin birbirine dayak atmasına, hakaret etmesine, aşağılamasına, aç susuz bırakmasına, eve kapatılmasına nasıl izin vermiyorsa, zorla cinsel birlikteliğe de izin vermez. Evimiz içindeki bu şiddeti de yargı ile bölüşerek çözebiliriz. Unutmayalım ki yasalar, cezalandırmak, yok etmek için değildir. Önlemek, düzeltmek, onarmak gibi görevleri vardır. Biz de evlilik birliğimizi onarmak istiyorsak, yasaların bize verdiği hakları kullanmaktan çekinmemeliyiz. (TCK:102/2)

7. SORU: CİNSEL TACİZ VE İŞ YERİNDE CİNSEL TACİZ NE DEMEKTİR?

YANIT: Cinsel taciz, bir kimsenin, vücut dokunulmazlığının ihlali niteliği taşımayan cinsel davranışlarla gerçekleştirilir. Yeni yasamıza göre, bir kimseyi, cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine ceza verilmektedir. Yeni yasa, işyerinde cinsel taciz eylemini, bu eylemin, nitelikli hali olarak tanımlamıştır. Yasamız, çalışma yaşamı içinde bulunan bir kişinin, işyerinde, hiyerarşi ve hizmet ilişkisinin yarattığı güçten ya da aynı iş yerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanarak, diğer çalışana cinsel tacizde bulunması halinde verilecek cezanın yarı oranında artırılmasını emretmektedir. (TCK:105/2)

8. SORU: ÇOCUKLARIN CİNSEL İSTİSMARI NE DEMEKTİR?

YANIT: Yeni Türk Ceza Yasası’nda yetişkinlere yönelik olarak gerçekleşen cinsel amaçlı eylemler, ‘Cinsel Saldırı Suçu’ olarak adlandırılırken, çocuklarımıza yönelik cinsel amaçlı saldırılar, “Cinsel İstismar” olarak adlandırılmaktadır. İstismar, ‘kötüye kullanma- iyi niyeti sömürme’ anlamına gelmektedir. Aynı nitelikteki bu eylemin, çocuklar yönünden farklı adlandırılmasının nedeni, erişkin yönünden cinsel suçlardan söz edebilmek için ‘rızanın olmaması- zor unsurunun bulunması’ gerekirken, çocuklara yönelik cinsel suçlarda, çocukların rızasından söz etmenin olanaksız oluşudur. Çocuklar, kendilerine yönelik cinsel amaçlı saldırının ayırdında değildir. Bu saldırının kendileri üzerinde yaratacağı olumsuzluk ve zararları bilmemektedirler. Bu nedenle, saldırı karşısında hareketsiz ve dirençsiz olmaları halinde dahi, bu duruma, rızaları dışında tahammül ettiklerini- boyun eğdiklerini kabul etmek gerekmektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, onsekiz yaşına kadar herkesi çocuk saymaktadır. (Madde:1) Aynı Sözleşme’nin 19. ve 34. maddelerinde ise, çocuğa yönelik her türlü, bedensel ve zihinsel saldırı; istismar ve suiistimal olarak değerlendirilmekte ve bu hallerde çocuğun korunması sorumluluğu devlete verilmektedir. Bu nedenle TCK, çocuklara yönelik cinsel saldırı eylemlerini ‘istismar’ olarak nitelemiştir. Yasa’da çocukların durumu, yaşlarına ve cinsel farkındalıklarına göre iki grupta ele alınmıştır. Yasamız, 103. maddesinde ‘cinsel istismar’ı şöyle tanımlamaktadır: “Cinsel istismar deyiminden; “Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış; diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar” anlaşılır.”

Bu tanım, Yasa’da, yukarıda belirtilen ölçütten ayrı bir tanımın da yapıldığını göstermektedir. Yasa Koyucu, onbeş yaşın üzerindeki çocuklara yönelik eylemlerde, onbeş yaş üstü çocukların, uğradıkları saldırının, hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğine sahip olmaları halinde, eylemin rıza dışı ve iradeyi etkileyen bir nedenle gerçekleştirilmesi halini ‘istismar’ olarak kabul etmiştir.

9. SORU: ÇOCUKLARA YÖNELİK NİTELİKLİ CİNSEL SALDIRI EYLEMLERİ HANGİLERİDİR VE NASIL CEZALANDIRILIR?

YANIT: Kız ve kadınlara yönelik cinsel saldırı suçlarında olduğu gibi, çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında da ‘Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumu’ nitelikli hal sayılmış ve bu tür fiillere daha ağır ceza verilmiştir. (TCK:103/2)

Cinsel istismarın, üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan veya kayın hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde de verilecek ceza yarı oranında artırılacaktır. (TCK:103/3)

Cinsel istismarın, onbeş yaşını tamamlamamış, ya da onbeş yaşından yukarı olsa da uğradığı saldırının anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda da ceza yarı oranında artırılacaktır. (TCK:103/1)

Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacaktır. (TCK:103/5)

Suçun sonucunda mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulması halinde onbeş yıldan az olmamak üzere ceza verilecektir. (TCK:103/6)

Cinsel istismar eylemi nedeni ile suçun, mağdurunun, bitkisel yaşama girmesi veya ölümüne neden olunması durumunda, eylemciye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilecektir. (TCK:103/7)

10. SORU: 15 YAŞINI BİTİRMİŞ REŞİT OLMAYANLA ŞİDDET OLMADAN KURULAN CİNSEL İLİŞKİ SUÇ MUDUR?

YANIT: TCK’da bu başlık altında cezalandırılan, 15-18 yaş arasındaki çocuklarla zor kullanmadan, yani cebir, tehdit ve hile olmaksızın, cinsel ilişkide bulunan kişidir. Zor unsurunun olmayışı ve çocuğun içinde bulunduğu yaş gereği cinsel farkındalık içinde bulunması nedeni ile bu tür fiillerin cezalandırılması şikayete bağlı kılınmıştır.

Şayet, eylemci, çocuktan 5 yaş daha büyük ise, zor kullanılmamış dahi olsa şikayet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılacaktır. (TCK:104)

Bu maddenin düzenlenmesi sırasında, TCK Kadın Çalışma Grubu farklı bir önermede bulunarak 15-18 yaş arasındaki çocukların, rızaları ile cinsel ilişkiye girmeleri halinde ceza verilmemesi gereğine dikkat çekti.

SORUN: 15-18 yaş arası, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre bireylerin çocuk sayıldıkları yaşlardır. Ancak, özellikle coğrafi ya da biyolojik nedenlerle çocuklar, daha erken yaşlarda cinsel yetişkinliğe ulaşabilirler. Bu durumda, 15-18 yaş arasındaki çocukların zora dayalı olmayan ve ortak iradeleri ile oluşan cinsel birlikteliği, bir cinsel istismar ya da cinsel saldırı olarak değerlendirmek, cezaevlerini bu çocuklarla doldurmak anlamına gelecekti. Bu nedenle, önümüzdeki süreç içinde bu sorun, yeni bir uğraş alanı olarak önümüzde durmaktadır.

11. SORU: YENİ TCK, SUÇLULARI CEZALANDIRIRKEN, MAĞDURUN KIZ YA DA KADIN OLMASINI FARKLI DEĞERLENDİRİYOR MU?

YANIT: Yeni yasal düzenlemeyle, cinsel suçlar karşısında, evli kadın ile kızları farklı korumaya alan düzenlemelerden vazgeçildi. Önceki yasamızda, evli kadın, bekar kadına göre daha fazla korunmakta idi. Bu ayrıcalıklı koruma, ne yazık ki bireye değil evlilik kurumuna idi. Oysa, tecavüz ya da taciz fiilleri karşısında kız ya da kadın olmanın daha ağırlaştırıcı sonuçlar yaratmayacağı, haksızlığın medeni durumları ne olursa olsun tüm mağdurları eşit etkileyeceği açıktır.

12. SORU: TECAVÜZCÜ, MAĞDURLA EVLENEREK CEZADAN KURTULABİLECEK Mİ?

YANIT: Eski TCK’da, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, cinsel saldırı ya da kız-kadın kaçırma suçlarında “etkin pişmanlık” adı verilen, suçun mağdurunu korumak yerine, suçluyu korumaya alan bir düzenleme bulunuyordu; Cinsel saldırıda bulunan ya da kız kaçıranın mağdurla evlenmesi halinde cezası 5 yıl süre ile ertelenmiş oluyordu. Beş yıl süre ile evlilik birliğinin sürmesi halinde de eylemcinin cezası ortadan kaldırılıyordu.

Kadını, kendisine tecavüz eden ya da zor kullanarak kaçıranla evlendirip cezalandıran ve onun yaşamını zindana çeviren bu uygulamanın insan haklarının korunması ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bu uygulamada mağdur, suçlu, suçlu ise ödüllenen durumunda bulunuyordu. Yeni yasamızda, tecavüze uğrayan genç kızların tecavüzcüsü ile evlenmesi halinde tecavüz edenin cezadan kurtarılmasına olanak sağlayan bu hukuka aykırı düzenleme kaldırıldı.

13. SORU: BEKARET KONTROLÜ YASAL MI?

YANIT: “Bekaret kontrolü” her zaman hukuka aykırı idi. Yeni yasamızda “Bekaret Kontrolü” deyimi açıkça ifade edilmiyor. Bu kavram yerine “genital muayene’ terimi kullanıldı. Bundan böyle, ancak bir suçun araştırılmasına bağlı olmak koşulu ile ve yargıç ya da savcı kararı ile bu tür muayene gerçekleştirilebilecek. Yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi böyle bir karar olmaksızın yapan eylemci ceza görecek. (TCK: 287)

Ancak, bulaşıcı hastalıklar nedeni ile kamu sağlığını korumak amacı ile kanun ve tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler için bu madde hükmü uygulanmayacak.

SORUN: Bu düzenlemede eksik olan yan, bu tür muayeneler için mağdurun olurunun aranmamış olmasıdır. Bir suçun araştırılması hali dahi olsa, bireyin beden bütünlüğüne müdahalenin onun iznine bağlı olması gereklidir. İnsan haklarına uygun bir koruma ancak, bu müdahaleye bireyin onayı ile mümkün olmalıdır. Hasta hakları yönünden dahi korumaya alınan bu hakkın, suçun mağduruna da tanınması yerinde olacaktır.

Özellikle delil elde etmek için seçilmiş olduğu ileri sürülen bu yöntem, çok ikna edici değildir. Bugün ulaşılan teknik, cinsel saldırı suçlarında, saldırganın ve eylemin niteliğinin saptanması için geniş olanaklar tanımaktadır. Cinsel saldırı suçunun mağdurunun, genital muayene nedeni ile ikinci bir travma altında kaldığı unutulmamalıdır.

14. SORU: EVLİLİK DIŞI DÜNYAYA GELEN ÇOCUĞUN ÖLDÜRÜLMESİNE CEZA İNDİRİMİ SÜRÜYOR MU?

YANIT: Yeni TCK’da, evlilik dışı dünyaya gelen çocuğun annesi tarafından namus kurtarma gerekçesi ile öldürülmesi eylemine ceza indirimi getiren bir düzenleme artık yoktur. Yeni TCK; insan yaşamını, korunacak en yüksek değer olarak kabul etmekte ve namus kavramının yaşama hakkının üzerinde tutulmasını reddetmektedir.

15. SORU: NAMUS CİNAYETLERİNE YENİ TCK NASIL YAKLAŞIYOR?

YANIT: Kadınların yıllardır ısrarla savundukları ‘Namus cinayetleri’ne indirim sağlayan düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması ve nitelikli adam öldürme fiili olarak tanımlanıp, cezalandırılması istemi, kısmi bir kabulle TCK’da yer almış bulunuyor. TCK değişikliği tartışmalarında en önemli sorun alanlarından birini oluşturan bu istem, yasamıza ‘töre cinayetleri’ nitelemesi ile girmiş oldu.

Ayrıca yeni TCK, 29. maddesinde, daha önce ceza indirimine olanak sağlayan ‘Haksız Tahrik’ maddesini yeniden düzenlemiş bulunuyor. Buna göre, ‘haksız tahrik’in (Hukuk düzeninde onaylanmayan eylem) kabulü için, hiddet ve şiddetli eylemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması ve doğrudan haksız fiil eylemcisine yönelik olması aranıyor. Örneğin, tecavüz sonucu hamile kalmış bir kadının öldürülmesi eyleminde fail, ceza indiriminden yararlanamıyor. Suçun mağduruna yönelik eylemlerde ceza indiriminin uygulanmasının önüne geçilmiş oluyor.

SORUN: Namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak farklı anlamlar taşıması karşısında bu maddedeki düzenlemeyi yeterli bulmadığımız açıktır. Ancak, yasanın özellikle ‘haksız tahrik’ başlıklı 29. maddesinin gerekçesinde yasa koyucunun bu iki kavramı, aynı anlamlar yükleyerek açıklamış olması namus cinayetlerinin de aynı madde içinde ve nitelikli adam öldürme fiili olarak değerlendirilmesine olanak sağlamaktadır.

16. SORU: AİLE BÜYÜKLERİ, EŞ YA DA ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDET CEZA YASASI KAPSAMINDA MIDIR?

YANIT: TCK, bu tür suçları, vücut dokunulmazlığına karşı suçlar olarak nitelemektedir. Şiddet, her biçimde suçtur. Aile bireylerinden biri olmak, diğerine şiddet uygulamaya izin vermez. Hukuk, bireyin yaşama hakkını, en temel değer olarak kabul eder. Bu nedenle, TCK’nın 86. ve 87. maddelerinde, bir başka kişiye karşı kasıtlı olarak, zarar veren, onun sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişinin cezalandırılacağı belirtilmektedir.

Bu fiil, ‘üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı’ yapılmışsa ceza, artırılacaktır.

Şayet kasten yaralama, gebe bir kadına karşı işlenir de çocuğun vaktinden önce doğmasına neden olursa ya da sürekli bir bedensel zaafa yol açarsa veya yaşam tehlikesi yaratırsa verilecek ceza bir kat artırılacaktır.

Yaralama, mağdurun bitkisel yaşama girmesine, iyileşmesi olanağı olmayan bir hastalığa yakalanmasına, duyularından ya da organlarından birinin işlevini yitirmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneğinin yitirilmesine, yüzünde sürekli değişikliğe, gebe kadının çocuğunun düşmesine neden olursa, verilecek ceza iki kat artırılacaktır.

Kasten yaralama vücutta kemik kırılmasına neden olduysa kırığın yaşam fonksiyonlarındaki etkisine göre ceza artırılarak verilebilecektir.

17. SORU: TCK İŞKENCEYİ VE EZİYETİ NASIL TANIMLIYOR?

YANIT: Anayasamızın 17. maddesinde ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, kimseye eziyet ve işkence yapılamayacağı açıkça belirtilmiştir.

Uluslararası sözleşmeler ve iç hukukumuz, işkenceyi insan onuruna aykırı görmekte ve cezalandırmaktadır. İşkence suçu ile korunan değer, bireyin vücut dokunulmazlığı ve onurudur.

Yeni TCK’nın 94. Maddesi’nde işkence suçu şu biçimde tanımlanmaktadır:

‘Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin, etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’

Suçun, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı işlenmesi halinde, 8 yıldan, 15 yıla kadar hapis cezası verilecektir.

Eylemin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunacaktır.

Yasanın 95. Maddesi’nde de işkence fiilinin yarattığı sonuçlara bağlı olarak artırımlı halleri sıralanmaktadır.

Bu tanımda, ‘suçun sadece kamu görevlileri tarafından ve suç işlediği savı ile gözaltında tutulan kişiye karşı, ikrar elde etmek amacı ile işlenmesi’ kabulünden daha ileri bir kabul ve tanımlamaya gidildiği açıkça görülmektedir.

Eziyet, TCK’nın 96. maddesinde tanımlanmaktadır. Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunmasıyla gerçekleşen, sistemlilik ve süreklilik arzeden davranışlardır.

Yasanın 96. maddesinde, eziyet fiilinin, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa veya eşe karşı işlenmesi halinde, kişi hakkında artırılarak hapis cezası verilecektir.

18. SORU: ÇOCUK DÜŞÜRME VE ÇOCUK DÜŞÜRTME HANGİ KOŞULLARDA SUÇTUR?

YANIT: TCK’nın 99. 100. ve 102. Maddelerinde, rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişinin cezalandırılacağı belirtilmemektedir.

Rızaya dayalı olarak çocuğun aldırılması, gebelik süresinin 10 haftadan az olması koşuluna bağlıdır. Bu durumda, çocuğun düşürtülmesine rıza gösteren kadın ve çocuğu düşürten kişi ayrı ayrı ceza alır. Bu eylem nedeniyle, kadının beden ve ruh sağlığında zarar ortaya çıkmışsa ceza artırılır.

SORUN: TCK Platformu bu sürenin 12 hafta olmasını talep etmiştir.

19. SORU: KISIRLAŞTIRMA HANGİ HALLERDE SUÇTUR?

YANIT: Bir erkek ya da kadını rızası olmaksızın kısırlaştıran kimseye ceza verilir. Bu eylem kısırlaştırma işlemi yapma yetkisi olmayan bir kişi tarafından yapılırsa ceza artırımı uygulanır.

20. SORU: EŞİM, AİLE BİREYLERİMDEN BİRİ YA DA HERHANGİ BİRİ BENİ BİR YERDE KALMAYA ZORLAYABİLİR Mİ?

YANIT: TCK’nın 109. Maddesinde ‘Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitme veya bir yerde kalma özgürlüğünden yoksun bırakan kişiye’ ceza verilmektedir. Bu eylem sırasında, cebir, tehdit veya hile kullanılması halinde ceza miktarı artırılır.

Bu suçun; silahla, üstsoy, altsoy, eşe karşı ya da çocuğa veya kendini savunamayacak durumda olan kişiye karşı işlenmesi halinde de artırılarak ceza uygulanacaktır.

Bu suç cinsel amaçla işlenmişse, verilecek cezalar yarı oranında artırılacaktır. Ancak, suç işleyen, soruşturmaya başlamadan önce mağdura bir zarar vermeden ve kendiliğinden, mağduru güvenli bir yerde serbest bırakırsa, cezası üçte ikisine kadar indirilebilecektir.

21. SORU: TCK’YA GÖRE AYIRIMCILIK SUÇ MUDUR?

YANIT: Bu kavram, TCK’ya yeni girdi. Bireyler arasında yasaları ihlal ederek ayırımlar yapılmasını ve böylece, ayırıma tabi tutulan kişinin, hukukun sağladığı olanaklardan yoksun bırakılmasını cezalandırıyor. Yasada; taşınmaz malın satılmaması, devredilmemesi bir hizmetin sunulmaması ya da bireyin işe alınmaması halleri, “ayırım” olarak değerlendirilmiş ve cezalandırılmıştır. (Madde: 122)

TCK’da iş ve çalışma hürriyetinin ihlali hali, ayrıca 117. Madde’de de yer almaktadır. Maddenin 1. fıkrasında bireyin iş ve çalışma özgürlüğünün zor ya da tehdit yoluyla engellenmesi, şikayete bağlı suç olarak ifade edilmektedir.

Maddenin 2. fıkrasında çaresiz ya da kimsesiz kişilerin bu durumunu ya da bir kişiye bağlılığı sömürerek bireyleri ücretsiz olarak çalıştıranlar ya da sunduğu hizmetle orantısız düşük ücret verenler, ayrıca bu durumda bulunan kişileri insanlık onuruyla bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarında tutanlar daha ağır cezayla cezalandırılmaktadır.

SORUN: Ancak, her alanda olduğu gibi cinsiyet ayırımının yapılmasında da bu suçun daha geniş olarak ele alınması gerekirdi. TCK’nın 122. Maddesi’nin 1. Bendi’nde: ‘Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yapılarak’ cümlesi bulunmaktadır. Bu cümlenin başına ‘her ne suretle olursa olsun’, ‘yapılarak’ sözcüğü yerine de, ‘yapılması yasaktır’ sözcükleri eklenerek yapılacak suç tanımı, ayırımcılık fiilinin ceza yaptırımına bağlanmış olmasını daha açık ve net bir biçimde kapsayacaktır. Çünkü yaşamın içinde, yasada sayılan nedenlerle ayırım salt üç alanda değil, çok değişken hal ve durumlarda karşımıza çıkabilmektedir. Her türlü hakkın, ayırımcılık yapılarak cezalandırılması suç sayılmalıdır. Bu eksikliğine karşın, bu maddenin TCK’da yer alması olumlu olmuştur. Özellikle işe alınmada ve çalışma yaşamında karşılaşılacak ayrıcalıklar, bu madde ile ceza yaptırımına bağlanabilecektir.

22. SORU: YASADA, HAYASIZCA HAREKETLER NASIL TANIMLANMAKTADIR?

YANIT: TCK, ‘Alenen cinsel ilişkide bulunan ve teşhircilik yapan kişileri’ cezalandırıyor. Bu cezalandırmanın gerekçesinde ‘toplumun sahip olduğu ortak edep (ar ve haya) duygularının, edep törelerinin ihlali, incitilmesi ve hangi şekilde olursa olsun, edep ve ahlak temizliğine açıkça saldırı niteliği taşıyan hareketler, tutum ve davranışların cezalandırıldığı’ ifade ediliyor. (TCK: 225)

SORUN: Gerekçede yer alan bu açıklama esas olarak yasa metni ile çelişiyor. Gerekçede hayasızca sayılan hareketlerin ‘her ne suretle olursa olsun’ biçiminde tanımlanmış olmasına karşın yasa metninde hayasız hareket olarak tanımlanan eylemlerin ‘aleni cinsel ilişki ya da teşhircilik olduğunun’ anlaşılması gerekmektedir. Gerekçede bu tanımın çok genel bir biçimde ifade edildiği görülmektedir ki böyle bir değerlendirme keyfi uygulamaların gündeme gelmesine neden olabilir. Bu maddenin gerekçesinde bir başka sorun ‘alenen cinsel ilişkide bulunma’ eyleminin ‘cinsel arzuların tatmini amacına yönelik her türlü davranış’ biçiminde tanımlanmış olmasındadır. Teşhirciliğin konusu da ‘kişinin cinsel organlarından ibaret değil’ biçiminde tanımlanmıştır. Oysa teşhircilik, cinsel organın teşhiri biçiminde anlaşılmalıdır. Cinsel ilişkiden anlaşılması gereken de filli cinsel ilişkidir. Yasanın bu anlamda yeniden düzenlenmeye gereksinimi bulunmaktadır. Aksi halde sokakta birbirine sarılmış iki insanın ya da kısa etek giymiş bir kadının bu madde kapsamında suçlanması söz konusu olabilecektir ki bu durum hukukla açıkla çelişecektir.

23. SORU: YASA, MÜSTEHCENLİĞİ NASIL TANIMLIYOR?

YANIT: Yasanın 226. Maddesinde ‘Müstehcenlik’ başlığı altında ‘bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten, bunları çocukların bulunduğu yerlerde sergileyen, satan, kiralayan, bunları promosyon olarak veren, reklamını yapan kişiler’ cezalandırılmaktadır.

Bunların basın ya da yayın yoluyla yayınlanması, bu yayınlarda çocukların kullanılması, çocukların kullanıldığı ürünlerin satışa sunulması halinde, ceza ağırlaştırılarak verilmektedir. Yine bu maddede, şiddet kullanılarak hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üretmek, satışa sunmak gibi eylemlere de daha ağır ceza verilmektedir. Bu madde hükümlerinin istisnası, bilimsel eserler ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla sanatsal ve edebi değeri olan eserlerdir.

SORUN: ‘Müstehcenlik’, salt çocuklar yönünden önlem alınmasını gerektiren bir kavram değildir. Ayrıca müstehcen kavramının yasada açıkça ifade edilmemiş oluşu ve gerekçede müstehcen olanın hayasızca hareketlerle özdeş tutulmuş olması, hem suçun iyi tanımlanmamış olmasını getirmekte, hem de yaptırımın keyfi uygulamalara aracı kılınması tehlikesini yaratmaktadır.

24. SORU: TCK; BİR ÇOCUĞU YA DA KİŞİYİ, FUHUŞA TEŞVİK ETMEK YA DA FUHUŞ İÇİN ARACILIK YAPMAK SUÇUNU NASIL TANIMLAMAKTADIR?

YANIT: TCK’nın 227. Maddesi’nde; çocuğun ya da bireyin fuhşa teşvik edilmesi, bunun yolunun kolaylaştırılması, fuhşa aracılık edilmesi, bu amaçla yer temin edilmesi, fuhuş amacıyla ülkeye insan sokulması ya da ülke dışına insan çıkarılması fiillerini gerçekleştirenler hakkında ceza yaptırımı bulunmaktadır. Bu fiiller, cebir, tehdit ve hileyle yapılırsa verilecek ceza iki kat artırılacaktır.

Yukarıdaki eylemleri, eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullananlar gerçekleştirirse verilecek ceza yarı oranında artırılacaktır.

25. SORU: BİRDEN ÇOK EVİLİK, HİLELİ EVLENME, RESMİ NİKAH OLMAKSIZIN DİNSEL TÖRENLE EVLENME SUÇLARININ CEZALARI NEDİR?

YANIT: Yeni TCK, daha önceki Ceza Yasasında olduğu gibi, evlilik kurumunu yasal güvencelerle donatmaktadır. Evli olmasına rağmen başkasıyla evlenme işlemi yaptıran ya da kendisi evli olmamakla birlikte evli olduğunu bildiği kişiyle evlilik işlemi yaptıran kişilere hapis cezası verilmektedir. (TCK: 230)

Gerçek kimliğini saklayarak başkasıyla evlenen kişi hakkında ise, hapis cezası verilmektedir. Aralarında evlenme akdi ya da resmi nikah olmaksızın evlenmenin dinsel törenini yaptıranlar ve yapanlar hakkında da hapis cezası verilecektir. Bu durumda taraflar medeni nikah yaparlarsa, kamu davası ve hükmedilen ceza sonuçlarıyla ortadan kalkacaktır.

26. SORU: AYNI KONUTTA BİRLİKTE YAŞADIĞI KİŞİLERE KÖTÜ MUAMELEDE BULUNAN DA CEZA ALIR MI?

YANIT: TCK, 4320 Sayılı Ailenin Korunması Yasası ile bir denklik sağlayarak aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerden birisine karşı kötü davranışta bulunan kişiyi hapis cezasıyla cezalandırmaktadır.

Bu kötü davranış; büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek, meslek veya sanat öğretmekle yükümlü olduğu birey üzerinde terbiye hakkından doğan, disiplin yetkisi kötüye kullanılarak gerçekleşmişse, 1 yıla kadar ceza verilir. (TCK: 232)

SORUN: Bu maddede sorun oluşturan anlayış, ‘disiplin yetkisinin belli ölçülerde zor kullanmaya izin verdiği’ görüşüdür. Gerekçede, ‘Her türlü kötü muamele suçun oluşmasını olanaklı kılmaz. Kötü muamelenin, merhamet, acıma ve şefkatle bağdaşmayacak nitelikte bulunması gereklidir.’ denilmektedir. Disiplin, yaşamın doğru yolda planlanması ve düzenlenmesidir. Disiplin adına, kötü muamele yapılabileceği izlenimi veren gerekçe, temel hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan bir durum yaratmaktadır.

27. SORU: AİLE HUKUKUNDAN KAYNAKLANAN YÜKÜMLÜLÜĞÜ İHLAL EDENLER CEZA ALIR MI?

YANIT: Aile birliği, aile bireylerine, karşılıklı olarak bakım, eğitim, destek olma yükümlülüğünü getirmektedir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler, şikayet üzerine 1 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılırlar. Kocanın hamile olan eşini, ya da bir kadınla sürekli birlikte yaşayan erkeğin kendisinden gebe kalmış olan kadını çaresiz durumda terk etmesi halinde de, ceza yaptırımı bulunmaktadır.

Velayet hakları kaldırılmış olsa dahi, sürekli sarhoşluk, uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı davranışlarla ya da özensiz davranarak çocuklarının ahlak, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokan anne ve babaya da ceza verilecektir.

28. SORU: İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR VE İNSAN TİCARETİ SUÇLARINDA KADINLARI KORUYAN HÜKÜMLER NELERDİR?

YANIT: TCK, eski ceza yasamızda açıkça yer almayan iki yeni suç tanımı getirmektedir. Ana başlığında insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmış olan bu bölümün altında, soykırım, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti yer almaktadır.

Suç yasada şöyle tanımlanmaktadır: ‘Bir planın icrası suretiyle milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı kasten öldürme, bireylerin bedensel ve ruhsal bütünlüklerine zarar verme, bir grubu tamamen veya kısmen yok etmeye yönelik koşullarda yaşamaya zorlama, doğumlara engel olmaya yönelik tedbirler alma, bu gruba ait çocukları bir başka gruba nakletme, fiillerinden birinin işlenmesi soykırım suçunu oluşturur.’

Bu tür suçlarda zaman aşımı işlemeyecektir. Yani suçun işlenmesinin üzerinden hangi zaman dilimi geçmiş olursa olsun eylemci yargılanacak ve cezalandırılacaktır.

Bu bölümdeki ikinci suç tanımı, ‘İnsanlığa Karşı Suçlar’ başlığını taşımaktadır. Kasten öldürme ya da yaralama; işkence eziyet veya köleleştirme, kişi özgürlüğünden yoksun kılma, bilimsel deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı; zorla hamile bırakma ve zorla fuhşa sevketme fiillerinin, siyasal, felsefi ırksal veya dinsel nedenlerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda işlenmesi hali ‘insanlığa karşı suç’ olarak ifade edilmiştir.

Yine aynı bölümdeki diğer suç tanımı göçmen kaçakçılığı ve insan ticaretidir.

Göçmen kaçakçılığında amaç, menfaat sağlamaktır. Eylemci, bireysel veya örgütlü olarak bu suçu işleyebilmektedir. Yasadışı yollarla bir başka ülkeye giden bireyler, yaşam tehlikesiyle dahi karşı karşıya kalmakta ya da önemli maddi ve manevi zararlara uğramaktadırlar. İnsan Ticareti, göçmen kaçakçılığından çok farklıdır. Bu suçun, işlenmesi için, bir yerden diğer bir yere götürmedeki asıl amaç, bu kişileri zorla çalıştırmak, bazı hizmetleri vermeye mecbur bırakmak, onları adeta tutsaklıkla eşit uygulamalara tabi tutmak yahut organlarının başkasına zorla verilmesine razı etmektir.

Uygulamazsak,

Öğrendiklerimiz Hiçbir İşe

Yaramaz!

Sevgili Arkadaşlar,

Türk Ceza Yasası’nın neler getirdiğini özetleyerek size aktarmaya çalıştık. Yasaları öğrenmemiz, hak aramak için en önemli araçtır. Ancak, öğrendiklerimizi, kullanmazsak yasalar sadece yazılmış olurlar ama yaşamazlar. Onları yaşama geçirmek bizim elimizde. Cesur olmaya ihtiyacımız var. Haksızlığı bilmek ama boyun eğmek, yeni haksızlıkları çoğaltır. O halde, öncelikle kendimizi değiştireceğiz. Sonra da şiddet, çok yakınımızdan da gelse onunla mücadele etmeyi görev sayacağız. Bugüne dek yapılmış olan cinsel şiddet, cinsel saldırı ve cinsel saldırının ortaya çıkması ile ilgili araştırma sonucunu gösteren çizelgeler ve istatistikler, şiddetin öncelikle aile ortamından kaynaklandığını gözler önüne sermektedir. Bu nedenle hak aramaya, en yakınımızdan başlamalıyız. Evimizin içindeki şiddeti temizlemeden, sokağı arıtamayız. Kadınlar olarak, bütün bir yaşamımızı biçimleyen yasaların, kadının insan haklarını ve onurunu koruyucu bir biçimde düzenlenmesi için elimizden geleni yaptık. Şimdi yasaları, uygulama zamanındayız. Bu amaçla kitapçığımızın ekinde şiddete uğrayanlara yardımcı olabilecek kurumların adlarını ve bir dilekçe örneğini sunduk. Bu listede yer almayan çok sayıda kuruluş olduğunu da biliyoruz. Doğal olarak bunlardan da yararlanabilirsiniz. Yasaların doğru bir biçimde uygulanması için dayanışmaya devam edeceğiz.

Türk Ceza Yasası, yukarıda sıraladığımız önemli kazanımlar yanında, çok temel noktalarda eksiklikler de taşımaktadır. Ancak, biz bardağın dolu yanından baktık. Kadınların önünde dün olduğu gibi, bugün de iki görev duruyor; Bu görevlerden biri yeni haklar için durmaksızın mücadele etmek. Diğeri ise, kazanımların yaşama geçirilmesi için durmaksızın çalışmak.

Mücadeleye, kararlılıkla devam edeceğiz.

BAŞVURULACAK RESMİ KURUMLAR

1-Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

Meşrutiyet cad.No:19

Kızılay/Ankara

Tel: 0.312. 419 29 79

2-Polis İmdat -155

3-Jandarma İmdat-156

4-Alo SHÇEK:Atatürk Bulvarı No:76

Kızılay/ANKARA Tel.418 66 62

5-Alo Sosyal Hizmetler-183

6-Emniyet Genel Müd. Çocuk Şb 412 28 30

7-Valilik ve İlçelerde İnsan Hakları Kurulları

KADIN DANIŞMA MERKEZİ BULUNAN İLLER VE TELEFON NUMARALARI:

Ankara Barosu: 0.312. 310 55 26

İstanbul Barosu: 0212. 251 98 55

İzmir Barosu: 0.232.463 00 14

Antalya Barosu: 0.242.248 07 66

Denizli Barosu: 0.258. 265 10 59

Adana Barosu: 0.322. 351 21 21

Bursa Barosu: 0.224. 272 11 94

Kadın Dayanışma Vakfı: 0.312.430 40 05-06

Mor Çatı

Kadın Sığınağı Vakfı: 0.212.292 52 32

KAMER-Kadın Merkezi: 0.412.224 23 19-228 10 53

Mersin Bağımsız Kadın Derneği: 0.324.336 59 92- 337 20 21

KOŞULLARI VARSA BAROLARDAN ADLİ YARDIM ALABİLİRSİNİZ

Bir avukata ihtiyaç duyduğunuzda ekonomik olarak güçsüz iseniz, yaşadığınız ile bağlı Baronun Adli Yardım Kurullarına başvurarak kimliğinizi, ikametgah belgenizi ve muhtardan alacağınız fakirlik belgesini sunarak ücretsiz avukat atanmasını talep edebilirsiniz.

Koşullarınız uygunsa, Baro size avukat yardımı yapacaktır.

İSLAM’DA KADINA VERİLEN DEĞER

Peygamberimizin ağzından uydurulan, mevzu - yalan hadisleri ve anlamı saptırılan ayet-i kerimelerin yorumunu bir kenara bırakırsak İslamiyet’i tanımayan bazı insanlar İslamiyet’te kadınlara değer verilmediği kadının erkeğin yarısı kabul edildiğini iddia etmektedirler.

MİRAS

Mirasta erkeğe kadına verilen miktarın iki katı verildiğini söyleyerek kadına haksızlık yapıldığını iddia ederler. Halbuki İslamiyet’te kadın erkek mirasta eşit pay alırlar. Anne, baba, dede, nine… kadın erkek oldukları halde eşit pay alırlar.

Sadece kız ve erkek kardeşlerde kız kardeşe erkek kardeşin yarısı kadar verilir. Burada sanki bir haksızlık varmış gibi gözükmektedir. Fakat, örneğin baba vefat etse babanın üç dairesi olsa kız kardeş bir erkek kardeş iki daire alırlar. Kız kardeş bir erkekle evleneceği zaman kız kardeşin bir dairesiyle evleneceği erkeğin ailesinden kendisine miras kalan iki payı bir araya gelince toplam üç payları olur. Erkek kardeşinde kendi iki payıyla beraber bir kızla evlenirken evleneceği kızın bir payıyla beraber onlarında toplam üç payı olur. Ayrıca erkek kardeş evleneceği kıza mihir verir.İSLAMDA BAŞLIK PARASI YOKTUR , MİHİR KADINA BOŞANMA VUKU BULURSA BİR SOSYAL GÜVENLİK OLSUN DİYE - SİGORTA- OLARAK VERİLİR! Böylece iki dairesi erimeye başlar. Yine erkek kardeş hayatları boyunca evleneceği kadın ve çocuklarının nafakasını (yiyecek, yatacak, yakacak…) karşılamak zorundadır. İki dairesi erimeye devam eder. Halbuki kız kardeş mihir alır. Ayrıca hayatı boyunca kendisine ve çocuklarına erkek bakmak zorundadır. Kendi bir dairesini ise ailesine harcamak zorunda değildir. O dairesi onun harçlığıdır; satar, bağışlar, kiraya verir… İsterse kocasına da verebilir.

Kız kardeşe erkek kardeşe verilen miras miktarının yarısı verilmiştir. Anne, baba, dede, nine … eşit pay alırken kız kardeş ile erkek kardeşte sanki haksızlık varmış gibi gözükür.

Miras : 3 daire

Erkek kardeş Kız kardeş
2 1

1-) Kız kardeş Erkek 2-) Kız Erkek kardeş
1 2 1 2
3= + evleniyor 3= + evleniyor
Mihir, Nafaka (+) Mihir, Nafaka (-)

Görüldüğü gibi erkek kardeşe çok miras payı verilmesinin sebebi onun toplum içindeki ağır sorumluluğundan dolayıdır. Erkek kardeş aldığı iki payı hep harcayacak , hep eksilecektir. Kız kardeş ise aldığı bir payın yanında mihir, nafaka alacak. Malı artacaktır. Bir payı da kendinin olacaktır. Görüldüğü gibi ilk başta erkek kardeş fazla pay alır gibi görünürse de iş alınan payların dağılımına kullanılmasına gelince kız kardeşin az payı ile erkek kardeşinden daha fazla imkan olanak paya sahip hale geldiği görülmektedir. Erkek kardeşe ailesine -Eşine - verilmesi için fazla verilmiştir. Zamanla bu oran kız kardeş lehine değişmektedir.

EŞİTLİK

Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olma yönünden, akıl, bilgi, kültür yönünden eşit olsa da, kadın erkekten daha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert,duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yönden farklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha fazla iken kadında yağ daha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez.Kadın daha duygusal erkek daha az duygusal, kadın daha çok acır, sevgi hayatında daha önemli bir yer kapsar, erkekte ise daha az. Erkek daha güçlü-kaslıdır, kadın daha az güçlü ve kaslı… Her iki cinsinde üstün- eksik yönleri vardır. (Akılda, düşüncede … her iki cinside eşittir ve birbirlerini geçebilirler.)

Bu durum erkeğin üstünlüğünü veya kadının zayıflığını göstermez. Aksine bu durum her iki cinsin ayrı yaratılış özelliklerinin doğal sonucudur. Bunu kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız.

İslam kadın - erkek eşitliğini değil kadın erkek adaletini savunur. Eşitlik adalet demek değildir. Eşitlikte mesela, kadına da erkeğe de 100 kg yükte 50 şer kilo her iki cinse vermek vardır. Adalette daha kaslı olan erkeğe daha fazla daha az kaslı kadına daha az yük vermek vardır. Yaratılış özelliğini kabul bunu gerektirir.

İngiliz kraliyet ordusunda , kadın erkek tüm askerlere “ aynı eğitim programının “ uygulanması , kraliyet ordusu fizikçilerinden Yarbay Ian Gemmel ‘i : Fırsat eşitliği adı altında kadın askerler eziliyor , diye isyan ettirir.

Erkek askerlerin eğitimi sırasında yaralanma oranı yüzde 1.5 iken , kadınlarda bu oran yüzde 11.1 ‘lere kadar çıkmaktadır .Yarbay Gemmel’e göre bunun nedeni :

Kadın kas ve kemik yapısı erkeklere göre daha zayıf . Aynı eğitim kadın bedeninde erkeklere oranla % 39 daha fazla baskı oluşturuyor.

Belirli kas olgunluğuna ulaşmak için erkek askerlerin 3 ay çalışması yeterli iken , kadınların 6 ay çalışması gerekir.

Bu kadın askerlerden 40 tanesi ordu’yu ” bize fazla yükleniliyor ” diyerek mahkemeye başvururlar ( The Sunday Times :10.03.2002)

NASIL Kİ OKULLARDA ÇOCUKLARI YETENEKLERİNE GÖRE YÖNLENDİRİP EĞİTMEK SAVUNULACAK BİR DURUMSA , İSLAM’DA DA KADIN VE ERKEĞE DOĞA VE YAPILARINA UYGUN GÖREV DAĞILIMI YAPILMAKTADIR.RESİME YETENEKLİ BİR ÖĞRENCİYİ MATEMATİK PR.’U YAPMAK NASIL MANTIKSIZLIK İSE KADIN VE ERKEKLERE DE MİZACLARINA TERS GÖREV YÜKLEMEK O KADAR TERSTİR. BİR 
ERKEKTEN NE KADAR ANA SINIFI ÖĞRETMENİ OLABİLİR, HANIMLARLA KIYASLARSAK…?


ATAÜRK VE KADIN HAKLARI

Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’ nin bu mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmektedir. Ülkemizde, gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda, batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur. Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu’ ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti’ ne geçiş, bir çok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri’ nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını “şeriat” zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930′ da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 4 Mayıs 1931′ de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 EKim 1932′ de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934′ de kabul edilen ve 5 Aralık 1934′de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, “Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı” nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu. Atatürk’ ün Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı ‘nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. Atatürk, Cumhuriyet’ in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 ‘de şöyle demiştir:

“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.”

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk’ ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı’ ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya’ da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir.

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”

Atatürk 30 Mart 1923′ de Vakit Gazetesi’ nde yayınlanan bir beyanatında;

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”

Türkler tarih boyunca, babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur.

“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”

diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Kadınların giysileri de Atatürk’ ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925′ de İkdam Gazetesi’ nde yayınlanan bir beyanatında şöyle dedi:

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer birşeyler asararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır”.

1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söyledi:

“Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz..”

31 Temmuz 1932′ de Türkiye güzeli Keriman Halis’ in, Belçika’ da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O’na “Ece” ünvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:

“Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır.”

Atatürk, 18 Nisan 1935′ de kendisinin himayesinde İstanbul’ da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie’ nin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı “Milletlerarası İlk Kadın Kongresi” delegelerine şöyle seslenir:

“Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz.”

Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir:

“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”

Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk, şöyle demektedir:

“Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.”

Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk’ ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya’ da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanun’ ları aldığımız İsviçre’ de ise, kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlamada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir:

“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullancaktır.”

Atatürk hayatta iken yapılan son seçim olan, 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM’ ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur. Atatürk’ ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk’ ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir. Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O’na sahip olan Türk milletine…

Kaynak:www.kadinca.net

 
  Bu gün 5 ziyaretçi (9 klik) kişi sitemizi ziyaret etti Copyright © 2009 edit by Zapge  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol